top of page

Gelişim Bülteni #94: Unuttuğumuz Lüks: Sırf İçinden Geldiği İçin Yapmak

Geçenlerde sevgili Kardelen beni ziyarete geldiğinde, farkına bile varmadan 5 saatlik bir sohbetin içinde bulduk kendimizi. Dikkat eksikliğinden nörolojik çeşitliliğe, evrenin yasalarından anlam inşasına kadar daldığımız konular arasında zaman kavramımız eriyip buharlaştı. Gerçekliğin algısal mı yoksa mutlak mı olduğu üzerine tartışırken, Kardelen beni Tony Robbins’le tanıştırdı ve ertesi gün bana Robbins'ten “To Get a Taste of It” adlı bir ses kaydı gönderdi.

 

Dürüst olayım: Ses kaydında teorik olarak yeni bir şey duymadım fakat benim için bir mesajın değeri, yeni olmasında değil, tam da o anda hatırlatılmasında saklı. Favori parkımda, kucağımda bir kedi ile otururken mesajı aldım: Hala fazlasıyla sonuç odaklıyım.

 

Bunu fark edince şaşırdım, biraz hayal kırıklığına uğradım. Uzun uzun sorguladım ve fark ettim ki ne kadar çabalarsam çabalayayım, zihnim sürecin kendisinden keyif almaya değil, hep bir sonuca varmaya koşullanmış.

 

Evet, şimdi utançla itiraf ediyorum ki ben bir sonuç bağımlısıyım. Hiçbir şey kazanmayacağımı bilsem muhtemelen çoğu işe başlamam. Başlarsam da çabucak karşılığını görmek isterim.

 

Öte yandan işin tuhafı şu: Beni en çok besleyen ve yaşadığımı hissettiren anlar, tam da sonucu umursamadığım anlar. Tüm benliğimle odaklandığım, merak duyduğum, oyun oynar gibi hissettiğim, zihinsel olarak uyarıldığım o hâller... Bana gerçekten iyi geliyor. Üstelik dışarıdan hiçbir onay gelmese bile, bu deneyimler içimde bir karşılık buluyor. O zaman bu deneyimlerin içinde kalmaya değer bir şey var.

 

İşte tam da bu yüzden bu sayıda “Bugünkü çabamın sonunda hiçbir şey olmasa bile bu hâlde kalmaya değer mi?” sorusunun peşine düşüyor, sürece âşık olmanın gücünü, modern hayatın verim takıntısını ve karşılıksız üretimin değerini tüm yönleriyle ele alıyoruz. Hazırsan, başlayalım.

 


Unuttuğumuz Lüks: Sırf İçinden Geldiği İçin Yapmak


Keşfet!


Hiçbir sonuç almayacağını bile bile bir işe başlamak, bugün bize neredeyse irrasyonel geliyor. Modern dünyada bir şeyi yapmanın değeri, onun ne işe yaradığıyla, yani getirisiyle ölçülüyor:

— Kaç kişi gördü?

— Ne kazandırdı?

— Hızlı mıydı?

— Geri dönüşü oldu mu?

 

Hâl böyle olunca, sadece içinden geldiği için yapılan şeyler ya zaman kaybı olarak etiketleniyor ya da “hobi” kategorisine sıkıştırılıyor. 

Aslında içsel tatminin beslendiği alan tam da orası: sonucun değil, sürecin merkezde olduğu hâl. Çünkü sonuç garanti edildiğinde kontrol duygumuz güçleniyor ama aynı zamanda hayal gücümüz kısıtlanıyor. Bir şeyin işe yaraması gerekliliği, onun ne kadar derin, oyunsu ya da kişisel olabileceğini baştan törpülüyor. Ve çoğumuz, fark etmeden bir şeyin değerini etkisiyle değil, etkilenmişliğimizle ölçmeyi unutuyoruz.

 

Yalnızca hissetmek için yaptığımız şeyleri ne zaman değersiz saydık? Ve daha da önemlisi: Hayat, ölçemediğimiz şeylerin toplamıysa, bu hâlimizle ne kadarını ıskalıyoruz?


Düşün  💭


Ben bu deneyimi sadece kendim için mi yaşıyorum, yoksa görünür olması veya takdir edilmesi için mi?

 

Cevap bazen ürkütücü olabilir. Çünkü dış onay sistemine bu kadar entegre olmuşken, kendi iç sesimizi ayırt etmek kolay değil.

 

Oysa bazı şeyler vardır, tam da görünmediği hâliyle değerlidir. 

Bir sabah, kahveni yudumlarken zihnine düşen şekilsiz bir düşünce.Kimsenin görmediği bir anda açtığın şarkıda içini oynatan o melodinin sana aitliği. 

Hiçbiri bir yere varmaz ama hepsi seni kendine yaklaştırır. Belki de mesele, bir şeyin sonucu olmakla değil, sana nasıl hissettirdiğiyle ilgilidir.


Derinleş 🧭


“Hiçbir sonuç almayacak olsam da yapar mıydım?” sorusu, dışarıdan bakıldığında basit bir tercih gibi görünür ama bu soruyla içten içe yüzleşmek, çoğu zaman yaşamla kurduğumuz ilişkinin şeklini değiştirir. Çünkü bu sorunun gerisinde şu gizli ayrım vardır: Hayat bir yarış mı, yoksa bir deneyim mi?

 

Immanuel Kant, bir eylemin değerini sonucundan değil, niyetinden alacağını söyler. Sırf doğru olduğunu düşündüğün için bir şey yapıyorsan, o davranış zaten değerlidir. Yani dış dünya sonuç beklerken, iç dünya niyetle yetinebilir.

 

Benzer şekilde, tanrılar tarafından her gün aynı kayayı zirveye taşımakla cezalandırılan mitolojik figür Sisifos, bizim bugünkü çabalarımızın sembolüdür. O kaya, her gün yeniden düşer ama Albert Camus bu konuda şöyle der: Tepeye doğru verdiği mücadele, bir insanın kalbini doldurmaya yeter. Sisifos mutlu olmalı.” Çünkü Camus'ya göre Sisifos hayatın anlamını bir yerde bulmak yerine, taşıdığı şeyde yaratır.

 

Mihaly Csikszentmihalyi’nin “akış” adını verdiği o hâl yani zamanın kaybolduğu, benliğin eridiği, sadece var olmanın huzur verdiği an, en çok da sonucu umursamadığımız, sadece orada olduğumuz zamanlarda ortaya çıkar.

 

Bazı şeyler sadece yaparken anlamlıdır. Bazen bir anın, bir hareketin, bir hissin değeri sadece o anda yaşanmasından gelir. Tıpkı meşhur Ölü Ozanlar Derneği filminde Mr. Keating’in öğrencilerine söylediği gibi: “Carpe Diem. Günü yaşa. Çünkü hepimiz bir gün bu dünyadan göçeceğiz.”

 

Belki de asıl mesele, bir şeyin seni ne kadar ileri götürdüğü değil, sana ne kadar kendini hatırlattığıdır. Çünkü bazı anlar vardır ki, sadece hissettiğin için anlamlıdır. Ve o anlar seni bir özgürlüğe, bir oyuna, bir kendilik hissine yaklaştırır. Ve eğer seni kendine biraz daha yaklaştırıyorsa, değersiz diyebilir misin?


AKOA'lılardan Dinle


Bu hafta, sevgili AKOA üyelerine "Bir işte başarısız olacağını bilsen, yine de başlar mıydın?" diye sorduk. İşte gelen yanıtlardan bazıları:

 

"Başlamazdım. Bence süreçten alınan heyecanın veya yaşanan zorluklara gösterilen sabrın, sonucun bilinmezliğiyle güzelleşiyor olması önemli."

Zeynep U.

 

"Bir işte başarısız olduğum zaman süreçten kazandıklarımı göz önünde bulundurarak başarısızlığının acısını azaltmak mümkün olabiliyor ancak kendime (ve sizlere) dürüst olarak bir işte başarısız olacağımı bilerek başlamam diyeceğim. Buna vermek istediğim cevap bu değil ancak bir adım atarken kafasında her zaman en kötü senaryoları kuran bir insan olarak bu senaryonun gerçek olacağı ihtimali bir yana gerçekten bilerek o adımı atamam." Tuğçe P.

 

"Evet başlardım. Başarısızlık olasılığının başarı kadar normalleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İsteklerimiz veya hedeflerimiz için başlamadığımız yolu deneyimlemeden sonucu göremeyiz. Belki de o başarısızlık devamında büyük başarılara getirecektir. O yüzden her şeyi deneyimlerek öğrenmemiz gerektiği görüşündeyim." Eda Y.K.

 

"Kesinlikle başlardım… yolda karşıma çıkan dostlar, edindiğim deneyimler, yanlış yolların sonraki yolculara ışık tutması da sürecin parçası ve zenginlik sağlıyor bence… başarısız olacağımı bilmek performans stresini ortadan kaldıracağı için daha keyifli bile kılabilir hatta:) yapsam nasıl hissederdim, belki başarırdım, belki başka bir şey keşfederdim soru işaretini kendime yük etmezdim:)" Hazel M.

 

"Başlardım. Bazen olumlu ya da olumsuz oluşu değil de sonucun netliği güvende hissettiriyor çünkü. Yolun sonu olumsuz, biliyorum ama yine de gitmek istiyorum = şimdi olumsuz olabilir ama içimde hâlâ bir istek var olduğuna göre yeni yollar bulabilirim. Çoğunlukla sonuç odaklı olsak da bazen sürece güvenip, yolun güzelliğine ve yeni yollar bulma heyecanına kapılıp adımlamak gerekiyor." Şevval Y.


Haftanın Önerisi


Ajandana küçük bir alan aç: Kimseye kanıtlamayacağım şeyler

Burada sadece içinden geldiği için bir şey yap.Yaz, çiz, yürü, düşün, oyna.Ne işe yarayacağını düşünmeden.Sadece sana iyi gelip gelmediğine odaklan.

Ve sonunda kendine sor: Bugün bu hâlde kalmak, sonuca gerek duymadan da yeterli miydi?


Duyurular



Küçük Bir Rica


Eğer bu bülten sana ilham verdiyse, belki bir arkadaşının veya tanıdığının da işine yarayabilir. Bu bülteni onlara da ileterek paylaşabilirsin. Paylaşmak için sadece bu linki onlara yönlendirmen yeterli. Beraber büyümek her zaman daha güzeldir. Teşekkürler!


Bu içerikte komisyonlu link bulunabilir. #işbirliği #ortaklık #reklam

 
 
bottom of page